Tülin ONAT’a
Özgürlük ve tam bağımsızlık şarkılarının her yerden duyulabildiği yetmişler, ilk ve ortaokul yıllarımdı. Henüz televizyon kanalları çıkmadığından en yüksek ağaçların tepelerine antenleri monte ederek TRT1 kanalını yakalamaya çalıştığımız ama bir türlü karıncalanmaları gideremediğimiz, sonra da vazgeçip cam gibi tertemiz dediğimiz Rus kanalındaki bale, opera, buz dansı ve olimpiyatları sessiz izlediğimiz ya da radyodan sesini ayarlamaya çalıştığımız yıllardı. 1980 Kenan Evren darbesinin üzerinden 10 yıl geçmesine rağmen sokaklarda 5 kişi bir araya geldiğinde polisin dağılın dediği 1990 sonbaharında, Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesinde öğrenciydim.
Fakültenin uzun koridorlarında dolaşmaya, etrafı izlemeye başlamıştım. Van Eyck’ın “Arnolfi’nin Evlenmesi” tablosundan çıkmış gibi bir köpek geçti önümden. Önden bir ses Mişa diye seslendikten sonra koridordan geçerek birlikte 17 numaralı atölyeye girdiler. Girmiş oldukları atölyenin kapısına baktığımda Doç. Dr. Tülin Onat yazısını okudum. Atölyenin kapısından hafif içeriye yönlenip etrafa baktığımda ise çağdaş sanat üretilen bu atölye oldukça etkileyiciydi.
1992-93 dönemi açılan atölyeler arasında Dinçer Erimez, Nuzhet Kutluğ, Tülin Onat gibi isimler vardı. Tülin ONAT atölyesinde olmayı istedim ve oradaydım. Atölye arkadaşlarım arasında Ercan Yılmaz, Çağıl Salman, soyadlarını hatırlayamadığım Nuray, Dilara, Çiğdem ve henüz 8 Haziran 2021’de yaşamını yitiren Kaan Ertem vardı.
Her eğitimci, eğitim süresince öğrencilerine şifreler verir. Elbette ki bu şifreleri doğru kavrayıp geliştirmek; sanatçı adayının birikimi, ısrarı ve ciddiyetiyle doğru orantılıdır. Atölye çalışmalarımızın eskiz aşamalarında Tülin Onat’ın olmazsa olmaz şifreleri olarak aklımıza kazınan geometrik kurgu, ritim, valör, espas vs. sürekli örneklerle tekrar edilirdi.
1993-94 yılı başlangıcındaki atölyenin ilk dersinde Tülin Onat, yaz tatilimizde neler yaptığımızı görmek istedi. Bilim minyatürlerini, Leonardo Da Vinci, Jean Tinguely, Miro ve Dadaizm’i incelemiştim; Jean Tinguely oldukça ilgimi çekmişti. Non-figüratif soyut sanat da her zaman merakımı uyandırmıştı. Jean Tingüely’nin eskizlerinden faydalanarak 10-15 civarında kağıt üzerine kolaj espri kopyalarını atölyede yerlere serdim. Tülin Onat resimler hakkında uzunca konuştu ve eleştiriler yaptı. Bir ara atölye arkadaşlarım da ben de biraz acımasız bir eleştiri olduğu duygusuna kapıldığımız olmuştu sanıyorum. Uzun eleştirinin sonunda bana döndü ve “ne kadar çok konuşacak şeylerimiz var değil mi?” dedi. Eleştirecek iyi veya iyi olmayan konuşacak şeylerimizin olması, bir sanat öğrencisinin eğitmeniyle iletişime geçmesi anlamında sanıyorum iyi bir gelişmeydi.
Atölye hocamız sadece bir öğretim görevlisi değil, aynı zamanda bir sanatçı ve çağdaş sanat alanında önemli bir isimdi. Açmış olduğu sergiler de son derece değerliydi.
Sanatçı duruşu, eğitimi, atölye hakimiyeti, araştırmacı karakteri, sivil tavrı, sosyal ilişkileri, örnek kimliği, özgüveni, güven veren yapısı, Mişa ile olan bağı ve daha nice özellikten bahsedebileceğimiz önemiyle Tülin Onat bize çağdaş bir sanatçının nasıl olması gerektiğini gösterdi.
Tülin Onat eserlerinde hiç bir zaman köpekleri konu edinmiş midir bilmiyorum ama eserlerine baktığımda Mişa’nın tırnak izleri üzerlerindeymiş duygusuna kapıldığım anlarım oldu.
Atölye eğitimimiz 1994’te sona ererken Tülin Onat, dönem sonu hepimizle bir toplantı yaptı. “Artık hepiniz belki farklı şehirlere, farklı ülkelere gideceksiniz, hocalarınız olmayacak. Kendi kendinize öğrenmeye devam etmek zorundasınız. Bundan sonra hocalarınız müzeler, bienaller, trienaller, sanat galerileri, sergi salonları, kütüphaneler, kitapevleri ve konferanslardır. Siz gelişip ürettikçe sizleri izliyor olacağım” dedi.
Sanatsal gelişimimi sürdürürken 1994 sonrası açtığım kişisel sergiler dahil, katıldığım sergilerin birçoğunu izledi ve yorumladı.
1999’da aynı fakültede araştırma görevlisi olarak göreve başladım. Hem orada hem de UPSD (Uluslar Arası Plastik Sanatlar Derneği)’nde birlikte çalışma imkânımız olan kıymetli hocam Prof.Dr.Tülin Onat’tan ders almış olmak bana her zaman çağdaş, ilerici, yenilikçi kapılar açtı.
Saygı ve minnet duygularımla…
Melik İSKENDER
BİR KADIN SANATÇININ PORTRESİ
Bir sanatçının varlığını, kişiliğini, toplumsal kimliğini eserlerinden ayrı tutamazsınız. Bir sanatçının yarattığı eserler kendi uzantısıdır, kendine özgü dilidir, dışarıyla iletişim kurma yoludur ve aynı zamanda etrafa yaydığı frekanstır, kimi zaman ışık tutan, kimi zamanda karanlık, gölgeli olabilir. Tülin kendi varlığı, ruhuyla yarattığı özgün eserleriyle tıpkı ismi gibi ışık ve ayna tutandır. Bana bu satırları yazmamamı teklif ettiğinde açıkçası çok heyecanlandım, bir sanatçının, özellikle bir kadın sanatçının portresini birkaç sayfaya sığdırmak olası değildir elbette…
Daha çok küçük yaşlarda “The Book of Art” (Sanatın Kitabı) ansiklopedisinin koca ciltlerini neredeyse her gün kucağıma koyup saatlerce sanat eserlerini incelerdim. Sanatçıların yaşamlarını merak eder anneme sorardım, o da bana kısaca eserleri yaratanlardan söz ederdi, bazen babam daha uzun hikayelerle anlatır ve ben hikâyenin içine girer, adeta orada yaşardım. O devri, sanatçının portresinden kendisini zihnimde canlandırmaya çalışırdım. Biraz daha büyüdüğümde kitapta yer alan isimlerin arasında kadın sanatçıların çok az olduğu dikkatimi çekti. Yüzyıllar boyunca kadınlar toplum içinde babaları tarafından kocalarına teslim edilen, kendi kararlarını tek başlarına alamayan, eş ve anne olma sınırları içinde tutulmaya zorlanmışlardı.
Çocuk yaşımda bunları öğrendikten sonra insanlara olan bakış açım değişti, ortada bir gerçek vardı ki kadınların sanatçı olarak ortaya çıkmaları, bunu meslek edinmeleri doğuda ya da batıda toplum tarafından açıkça engellenmişti. Sanat tarihinde adı geçen kadın sanatçıları incelemeye başladım, zor hayatlar seçmişlerdi ama ideallerinden de vaz geçmemişlerdi. Aslında zor hayat olarak betimlemek gerekir mi? Hiç sanmıyorum. Bu kadınlar yüreklerinin ışığında, yeteneklerinin önderliğinde bu yeryüzünde sanatçı olmayı deneyimlemiş özgür ruhlu, cesur yürekli insanlardı. Eğer toplum yargıları onları fazla ilgilendirseydi, eminim ailelerinin seçtiği biriyle evlendirildikten sonra yüreklerindeki ateşi söndürüp, bitkisel bir hayatta solup gideceklerdi. Kadın sanatçılar diğer birçok sanatçı gibi toplumu aşmış, entelektüel, zekalarını yetenekleriyle birlikte kullanan, yüreklerinin sesini dinleyen, her yargının karşısında dimdik, ayakta kalmayı başarabilen insanlardır. Sanatçılar daima değişimlerin, yeniliklerin, insan hayatındaki devrimlerin öncüleri olmuşlardır. Kadın sanatçıların daha ayrıntıcı, daha sezgisel olduğunu ve dolayısıyla öncülük yeteneklerinin daha güçlü olduğunu düşünürüm.
Duyduğum ilk Türk kadın sanatçı büyük dedemin sınıf arkadaşı ve portresini yapmış olması nedeniyle Hale Asaf’ dır (1905-1938). Hale Asaf içinde bulunduğu zamanın sanatını yakalamış, iyi bir Empresyonist ressamdır. Ardından Fahrelnisa Zeid (1901-1991), Aliye Berger isimleriyle karşılaştım. Batı toplumlarının sanata öncülük etmesi ve bizim toplumumuzdan daha çok önemsiyor olmaları nedeniyle sanat dünyasına hâkim olanlar onlar, maalesef dünya sanat tarihinde Fahrelnisa Zeid’ in dışında 20. Yüzyılın başında yaşamış olan kadın sanatçılarımızın hiçbirinin adını maalesef göremiyoruz. Osmanlı İmparatorluğu döneminde Osman Hamdi beyden ilk resim derslerini alarak yetişen Mihri Müşfik Hanım (1886 –1954) çok iyi bir portre ressamıydı. Güzin Duran (1898-1981), Maide Arel (1907–1997), Müfide Kadri 1889/90-1912) yirminci yüzyılın başlarında doğan cesur yürekli kadın sanatçılardı. Cumhuriyetin ilanından kısa bir süre sonra kadınlar erkeklerle eşit haklarını almış olmalarına rağmen halk arasında kadın sanatçı olmak maalesef rağbet gören bir meslek olamamış. Birçok kız çocuğunun bir sanat okuluna girmesi engellenmiş, toplum dışı değer yargılarıyla küçümsenmiş ve aşağılanarak durdurulmuştur. Günümüzde koşullar değişmiş olmasına rağmen birçok kadın sanatçımız halen mesleklerini sürdürmekte zorlanıyorlar. Elbette kolay olmaması birçok nedene bağlı ama sonuçta tek bir kaynak var hala zihinlere sinsice yerleşmiş olan kadın ve erkek imgeleridir. Erkekler ve kadınlar onlara biçilmiş olan değer yargılarıyla değerlendirilirler. Ressam bir kadın kimi çevrelerde hayranlık uyandırırken kimi çevrelerde lanetlenmiş gibidir.
Okul yıllarında fırsat buldukça ustamız olan sanatçıların sergilerini gezer, onlardan feyz almaya çalışırdım. Tülin Onat feyz aldığım bir sanatçı, daha tanışmadan çok sevdiğim bir insandır. Sergilerini takip eder, eserlerini zevkle izler, kendine özgü tekniğini keşfetmeye çalışırdım. Beni sadece onun kendine özgü tekniği değil, ruhundan yansıyan ona özgü imgeleri de etkilemiştir. Eğer bir insanın oluşturduğu imgeleri okumayı öğrenirseniz, o insanın tüm dünyasını ve bu yer yüzünde deneyimlediklerini açıkça görebilirsiniz. Tülin’ in biçimlendirdiği imgeleri gözlemlerseniz galaksilerin gizemlerini çözmeye, başka dünyaların farkını anlamaya başlarsınız. Tülin hüzünlerini, korkularını, sevgisini, affediciliğini, hayal kırıklıklarını, aşkını, tutkusunu ve özlemlerini tuvallere, ya da her nereye isterse oraya yansıtır. Hangi malzeme yazacağı mektuba uygunsa onu kullanarak özgürce biçimlendirir, boyar, dokur; dokurken özgürlüğünü hizaya sokar, ehlileştirir, renkler ve biçimlerle barıştırır. Onun yarattığı biçimler ve imgeler yeryüzünün bilinen betimlemelerinin dışında daima bir başka boyutla bağlantılı gibidir, bu dünyanın dışında başka dünyalar olduğunu bize hatırlatır. Tülin’in bizi soyutla somut arasında öte dünyalara, uzaya, başka gezegenlere taşıyan, optik yanılsamalarımıza imgeler yerleştiren, bizi renkler ve biçimlerle dans ettiren, devinimli ve akışkan soyut imgelerle oynayan minik bir peri görümlü ama aslında çok derin güçleri olan bir büyücü olduğunu düşünürüm.
Okul yıllarında Tülin’ in sergilerini ziyaret eder, aynı zamanda konuşmalarını dinlerdim, şefkatli ses tonuyla araştırmalarını ve görüşlerini anlatırdı, anlattıklarından çok şey öğrenmişidir. O aynı zamanda iyi bir öğretmendir, dikte etmeden, hakimiyet kurmaya çalışmadan, bir zen ustası gibi detayıyla anlatan ve öğrencisinde ışık yanıncaya kadar inatla yöntem değiştirerek tekrar tekrar anlatan bir öğretmendir. Huzurlu, güven veren ses tonu onu dinlemek için en büyük nedenlerden birisidir. O bizden daha çok araştırmış, okumuş, öğrenmiş ve deneyimlemiş bir usta olarak görüşlerini bildiren bir yol göstericidir.
O aynı zamanda özgür kadınların yaşadığı bir dünyaya inanır ve inandığı yolda çalışır, bilgisi ve bilgeliğiyle inandığı yolda yılmadan ilerlemeye devam eder. Sakin duruşuyla, huzurlu bir telaşla bir güne bir haftayı sığdıran dingin bir savaşçıdır. Bilgisi ve bilgeliğinin gücüyle kendi yolunda ilerler. Başarılı, entelektüel, öz güvenli bir kız çocuğu yetiştirmiş olan bir kadın olarak en büyük hedeflerinden birinin eğitimli, özgüvenli kız çocuklarının çoğalması olduğunu biliyorum.
Sanatçılar daima ışıldayan bir enerjiyle parlayarak sahnede görünürler, yarattıkları sanat eserleri kimilerine bir çırpıda çıkmış, güle oynaya sergiye gelmiş gibi gözükür “Ne hoş, ne keyifli sanat eserleriniz var” diye konuşulur ama bir de işin sahne arkası vardır. Bir sanat eserini hazırlamak her seferinde büyük bir aşk yaşamak gibidir, bazen kalbiniz kırılır, bazen sonsuz bir güven duygusunda kendinizi kaybedersiniz, bazen hayal kırıklığı olsa bile tutku daima kalıcıdır. Önce zihninizde bir resim belirir ve ardından bu resmin peşine düşersiniz. Orada boş bir tuval vardır ve zihninizde biçimler, renkler, yansıtmak istedikleriniz, yapabileceğinizi ve yapamayacağınızı düşündükleriniz dolaşır durur. Sanatçının ilham kaynağı onu en derinden etkileyen deneyimlerden geriye kalan duygulardır ve onun yaşam felsefesidir. Sanatçıların gözlemci, detaycı, analizci, romantik, sezgisel ve hassas oldukları düşünülürse iç dünyalarının ne kadar geniş, derin ve başka olduğunu da tahmin edebilirsiniz. Yaratıcı süreç oldukça zorlayıcı bir süreçtir, sanatçının bu süreci değerlendirebilmesi için büyük bir dünyaya ihtiyacı vardır, elbette bu dünya insanın içinde aniden açan bir çiçek gibi bir şey değildir, yaşanmışlıklar ve bilgi gerektirir. Ancak duygular, yaşam deneyimleri, yetenek ve bilgi harmanlanınca doğum gerçekleşir.
Elbette hepimizin sevildiğini hissetmeye ihtiyacı var ama sanatçılar etrafında sevgiyle sarıldıklarını bilmeye, hissetme daha çok ihtiyaç duyarlar, hele ki bir kadın sanatçıysanız daha da derinden sevildiğinizi bilmek istersiniz ama sevgi öyle bir sevgi olmalıdır ki derin bir şefkatle akarken güven dolu bir özgürlüğü beraberinde getirmelidir.
Tülin’ i tanıdıkça hayatının her döneminde ve her tür koşulda sanatıyla yaşayan bir insan olduğunu da görebilirsiniz, aslında hayatı roman olacak insanlardan birisidir. Yaşadığı kayıplar; ilk çocuğunu henüz bebekken kaybetmesi, onu büyüten annesinin biyolojik annesi olmadığını annesinin doğum sırasında hayatını kaybettiğini babasını kaybettikten hemen sonra öğrenmesi, eşinin yaşadığı zorluklar ve sonra hayatını kaybetmesi, tek evladı olan kızını tek başına büyütmek zorunda kalması ve yaşadığı aşklar, bütün bunlar ancak kalın bir kitaba sığabilir. Yaşadığı her acıyı dindirmek, yaralarını sarmak için sanatına koştuğunu ve ona sarıldığını, sanatının aynı zamanda ilaç olduğunu biliyorum ve her seferinde de sanatının onu iyileştirdiğini de hep gözlemlemişimdir. Fiziksel acılarını, hastalıklarını, yorgunluğunu, yalnızlığını yarattığı imgeler, boyalar, fırçalar ve her çeşit malzemeyi kullanarak iyileştirir, insanlara kendine özgü bir yolla deneyimlerini anlatır ve hikayesini paylaşır. Onun içinde bir Ana Tanrıça, bir de hüzünlü küçük bir kız vardır, kendi Ana Tanrıçasının koruduğu, teselli ettiği, güç verdiği küçük bir kız çocuğu.
Sanatçıların sergilediği işlerin insanların ve toplumun üzerinde oldukça büyük bir etkisi olduğuna inanırım. Sanatçının kullandığı renkler ve biçimler izleyenlerin dünyasına yeni görme biçimleri taşırken aynı zamanda güçlü bir duygusal etki yaratırlar aslında bu yüzden sanatçılar etrafa yaydıkları etkiden sorumludurlar. Tülin günümüz sanatını çözmüş, kendi frekansına ayarlayarak özgünleştirmiş ve aynı zamanda insanlara ışık tutan eserler yaratan bir sanatçıdır. İşleri bazen düşündürücü, bazen direk mesaj veren ama daima olumlu bir enerji yaymaya programlıdır, bu onun çevreye yaydığı kendi uzantısıdır. Bu enerjinin kaynağı elbette kendi özgün ruhu olduğu gibi özgürlüğünden asla özveride bulunmadan tek başına bir kadın sanatçı olarak ayakta kalmayı başaran bir insan olmasıdır. O hiç durmadan okur, araştırır, bir bilim insanı gibi çalışır. Olabileceklerle olamayacakları tartar ve sonra olamayacağını düşündüklerini bilgisi, deneyimleri, araştırmacılığı, zekâsı ve yaratıcılığıyla harmanlayarak yapılabilir hale dönüştürür. Sanatını oluşturmak onun günlük bir ihtiyacıdır, hatta sanat işlerini yaratırken yemeği ve içmeyi unutup yaratıcı gücün enerjisiyle beslendiğine bile inanabilirim. Onun ruhunun derinliklerinde gizlenmiş olan her şeyi kendine ait bir alfabeyle yazan bir yazar olduğunu düşünülebilirim, sadece aynı dili konuşabilenlerin okuduğu şahane bir kitabın sayfalarını yazar ve her gün yeni bir satır ekler. Kimseyi bunu anlaması için zorlamaz, sadece sabırla bekler, bir gün biri çıkıp gelecek ve yıllardır kendi diliyle anlattığı tüm derinlikleri okuyacaktır. O derin hüzünlerini, bedensel ya da içsel acılarını, öfkesini, sevincini, aşklarını, sevgisini, kimsenin bilmediklerini, deneyimlerini, gözlemlediklerini kendi keşfettiği bir yolla nakşeder. Bilinen bir alfabeyle anlatmak istemediklerini görsel imgelerle, renklerle, kendine ait araçlarla anlatır. Bazen haksızlık olduğuna inandıkları için haykırır, bazen derin bir hüzünden söz eder, bir kalp kırıklığını anlatır ama içinde hep bir coşku, küçük bir kızın neşesi, özgür bir kadın olmanın uçuşması vardır ve bu coşkuyu cömertçe etrafına dağıtır.
Tülin Onat yer yüzüne güçlü bir kadın sanatçı olarak yansıyan cömert bir Ana Tanrıça, dingin bir savaşçı, iyi bir bilgi aktarıcı, yol gösterici özgür bir ışıktır.
Somnur van der Kraan
PORTRAIT OF A WOMAN ARTIST
You cannot separate the personality, social identity, and existence of an artist from her art works. Art works created by an artist are an extension of herself, they are her language, a way of communicating with the outside. They are also the frequency of her vibrations, sometimes bright, sometimes dark, sometimes shadowy. Tülin is a mirror and light holder with her genuine art works created by her own existence, her soul in accordance with her name. I was very excited when she was asking me to write these lines. Of course, It is not easy to write a portrait of a woman artist in only a couple of pages.
When I was a little girl, almost every day I put one of the heavy volumes of “The Book of Art” on my lap. For hours I examined art works created by artists. I wondered about artists’ lives. My mother would briefly tell me about the creator of the artworks, sometimes my father used to tell longer stories about them and I got completely immersed in them, I almost lived there. When I got a little older, I noticed that there were very few female artists among the names in the book. For centuries, women were forcibly kept within the confines of home being wives and mothers, handed over to their husbands by their fathers, unable to make their own decisions.
At a very young age, my view of people had changed, it was a clear fact that the emergence of professional women artists were prevented by society in the east or west. I started to study the women artists mentioned in the history of art. They chose difficult lives but they did not give up on their ideals. Actually, should it be described as a hard life? I don’t think so. These women were free-spirited, brave-hearted people who experienced being artists on this earth under the light of their hearts and under the leadership of their talents. If they too much cared about judgment of society, I’m sure they would have extinguished the fire in their hearts and withered in a vegetative life after they were married to someone their family had chosen. Women artists are people who have transcended society, who are intellectuals, who use their intelligence with their talents, who listen to their hearts, who are able to stand upright in the face of every judgment like many other artists. Artists have always been the pioneers of changes, innovations, and revolutions in human life. I think that female artists are more elaborative, more intuitive, and therefore their pioneering abilities are stronger.
The first Turkish female artist I heard of is Hale Asaf (1905-1938), a classmate of my great-grandfather who painted his portrait. Hale Asaf is a good Impressionist painter who has captured the art of her time. Then I came across the names Fahrelnisa Zeid (1901-1991) and Aliye Berger (1903- 1974). Western societies are the ones who dominate the art world because they lead the arts and care more about it than our society. Unfortunately, we cannot see the names of any of our female artists who lived at the beginning of the 20th century, apart from Fahrelnisa Zeid, in the history of world art. Mihri Müşfik Hanım (1886 – c. 1954), who was educated during the Ottoman Empire and took her first painting lessons from Osman Hamdi Bey, was a very good portrait painter. Güzin Duran (1898-1981), Maide Arel (1907-1997), Müfide Kadri (1889/90-1912) were courageous women artists born in the early twentieth century. Even though women received equal rights with men shortly after the proclamation of the Republic, unfortunately, being a female artist was not a popular profession. Many girls were barred from entering an art school, belittled by society and stopped by humiliation. Although the conditions have changed today, many of our female artists still have difficulties in continuing their profession. Of course, it is not easy due to many reasons, but after all, there is only one source, the images of men and women that are still insidiously settled in the minds. Men and women are judged by the value assigned to them. A painter woman is admired in some circles, while in others it is as if she was cursed.
During my school years, I used to visit the exhibitions of our master artists whenever I could and try to get inspiration from them. Tülin Onat is an artist I was inspired by, a person I loved very much even before I met her. I would follow her exhibitions, watch her artworks with pleasure, and try to discover her unique technique. It’s not just her unique technique that impressed me, she also influenced me with her unique images reflected from her soul. If you learn to read the images that a person creates, you can clearly see the whole world of that person and what they are experiencing on this earth. If you observe the images that Tülin has formed, you will begin to unravel the mysteries of galaxies and understand the difference of other worlds. Tülin reflects her sorrows, fears, love, forgiveness, disappointments, love, passion, and longings on canvas or whatever she wants. She freely shapes, paints, weaves, using whatever material is appropriate for the letter she wrote. While weaving, she aligns her freedom, tames it, and reconciles it with colors and forms. The forms and images she creates always seem to be connected to another dimension apart from the known descriptions of the earth, reminding us that there are other worlds outside this world. I think that Tülin is a magician with the appearance of a tiny fairy, but with very deep powers, who places images in our optical illusions that carry us between the abstract and the concrete, to other worlds, to space, to other planets, makes us dance with colors and shapes, plays with mobile and fluid abstract images.
During my school years, I would visit Tülin’s exhibitions and listen to her speeches, she used to talk about her research and opinions in a compassionate voice. I learned a lot from what she told. She is also a good teacher, one who explains in detail like a Zen master, without dictating or trying to dominate, and who stubbornly changes the method over and over again until the light comes on in her students. Her peaceful, reassuring voice is one of the biggest reasons to listen to her. She is just a guide who gives her views as a master who has researched, read, learned, and experienced more than us.
At the same time, she believes in a world where free women live and work on the path they believe in and she continues to advance on the path she believes in with her knowledge and wisdom. With her calm stance, she is a peaceful warrior who fits a week into a day with a quiet rush. She moves forward in her own way with her knowledge and the power of her wisdom. I know that one of her biggest goals is to increase the number of educated, self-confident women like herself, a woman who has raised a successful, intellectual, and self-confident a daughter.
Artists always appear on stage, shining with a radiant energy. The works of art appear to be created easily and quickly, people say “You have such pleasant and delightful artworks” but there’s also a backstage. Creating an artwork is every time like having a great love, sometimes your heart breaks, sometimes you get lost in everlasting confidence. Even if there is disappointment, passion is always permanent. First, a picture appears in your mind, and then you start to chase this picture. There is a blank canvas and your mind wanders about the shapes and the colors, the ideas you want to reflect, what you think you can and cannot do. The artist’s source of inspiration is the feelings remaining from the experiences that affected her deeply and her philosophy of life. Considering that artists are observant, elaborate, analytical, romantic, intuitive, and sensitive, you can guess how wide, deep, and different their inner worlds are. The creative process is a very challenging process, the artist needs this wide and large world to evaluate this process; of course, this world is not like a flower that suddenly blooms inside a person, it requires experience and knowledge. It is only when emotions, life experiences, talent and knowledge are blended that birth takes place.
Of course, we all need to feel loved, but artists even more. The need to know and feel that they are surrounded by love. Especially if you are a female artist but in such a way that it should flow with deep compassion and bring with it a trusting freedom.
Tülin, you can see that she is a person who lives with her art in every period of her life and under all conditions. In fact, she is one of those people whose life is a novel. Losses suffered; losing her first child in infancy, learning that her mother who raised her was not her biological mother, that her mother died during childbirth, right after she lost her father; her husband’s difficulties and then his death; having to raise her only child alone; and the loves she lived, all these can only fit in a thick book. I know that she ran to her art and hugged it to relieve every pain she experienced, to bandage her wounds, that her art is also medicine and I have always observed that her art heals her every time. She heals her physical pains, illnesses, tiredness, loneliness by using images, paints, brushes, and all kinds of image she creates, and she tells people about her experiences and shares her story in her own unique way. There is a Mother Goddess and a sorrowful little girl in her, a little girl who is protected, comforted, empowered by her own Mother Goddess.
I believe that the work that artists exhibit has a huge impact on people and society. While the colors and forms used by the artist bring new ways of seeing the world to the audience. They also create a strong emotional effect, for which the artists are responsible. Tülin is an artist who has unraveled today’s art, made it unique by adjusting it to her own frequency, and at the same time creates works that shed light on people. Her artworks are sometimes thought-provoking, sometimes direct messaging but always programmed to radiate a positive energy which spreads out into the environment. The source of this energy is, of course, her own unique spirit and the fact that she is a person who has managed to survive as a single woman artist without sacrificing her freedom. She constantly reads, researches and works like a scientist. She weighs what can be and what cannot be done, and then transforms what she thinks cannot be done into something feasible, blending it with her knowledge, experience, research, intelligence and creativity. Creating art is her daily need, and I can even believe that while she is creating her artworks, she forgets to eat and drink and is fed by the energy of creative power. I can think of her as a writer who writes in her own alphabet everything that is hidden in the depths of her soul. She writes the pages of a wonderful book that only speakers of the same language can read and adds a new line every day. She does not force anyone to understand this, just waits patiently. One day someone will be able to read the depths of what Tülin has been telling for years in her own language. She embroiders her deep sorrows, physical or inner pains, anger, joy, love, affections, unknown by others. It is what she has experienced, what she has observed, in a way discovered by her. She tells with visual images, colors, her own tools what she does not want to express with a known alphabet. Sometimes she shouts out for injustice, sometimes she talks about deep sadness or a broken heart but there is always enthusiasm in her, the joy of a little girl, the flight of a free woman and she distributes this enthusiasm generously.
Tülin Onat is a generous Mother Goddess, a calm warrior, a good informant, a guiding light reflected on the earth as a strong woman artist.
Somnur van der Kraan
