Kökü bende bir sarmaşık
Olmuş dünya sezmekteyim,
Mavi, masmavi bir ışık
Ortasında yüzmekteyim.*
İnsan merkezli tarihte sorulmuş en önemli soru belki de insanın zamanın neresinde olduğudur. İçinde mi, dışında mı, kenarında mı, kıyısında mı? Yoksa zaman ve insan bir türlü o sokağın köşesinde tesadüfen birbirine çarpıp aşık olamayacak iki umutsuz muydu? Belki kimilerimiz için böyleydi ama peki ya diğerlerimiz nasıl oluyor da onları bir araya getirebiliyorlardı? Her şey bir insanı sevmekle başlayabiliyorsa -ki sevmek besbelli bir seçimdi- zamanla olan ilişkimiz de hayatla olan ilişkimiz de seçimlerden ibarettir.
Hayat potansiyel ile gerçekleşenler arasında geçen bir deneye benziyor. Sonucu her insanda farklı ancak bir o kadar özel bu soyut deney, bir yanıyla insanın en büyük yanılgılarla da karşı karşıya bırakacak ölçüde paradoksal. Çünkü deneyimlediğimiz kadarıyla yalnızca ileriye doğru işleyen bir süreç olsa da zaman aklımızda geriye de akabiliyor ve insan bu düşünsel geriye sıçrayışlar ile fiziksel -aynı zamanda üzücü şekilde kaçınılmaz ilerleyiş arasında nerede olduğunu seçmek zorunda kalıyor.
Özgürlük de bir seçim meselesi. Kendi adına bir ontoloji sorunu seçmek. Çünkü bir şeyi seçmek bir diğerini yok etmek demek olabiliyor çoğu zaman. Kuantum fiziği her ne kadar bir elektronun aynı anda iki farklı yerde olabileceğini kanıtlasa da biz elektronlardan oluşan bir
ordu, biz evrenin en kudretlisi ve yenilmezi, ancak yolun bir tarafında olabiliyoruz. O halde hangi tarafta olduğumuzun önemi artıyor. Dolayısıyla seçimlerin de.
Hayatı sürdürürken seçtiğimiz yollar işte bu şekilde, doğarken evrenin tüm potansiyelini göğsüne doldurmuş bizleri zamanla sadeleştiriyor, arıtıyor, kendimizden damıtarak daha yoğun ve daha olgun hale getiriyor. Geçmişimizdeki kimi kararlarımızın ileride hata olduğunu anlamamız da onların doğruluğuyla gurur duymamız da seçimlerimizin bir sonucu.
Seçme eylemi, Tülin Onat ile yıllar boyunca farklı zamalarda defalarca üzerinde konuştuğumuz bir konu oldu. Ancak her defasında yeni fikirlere çıksak -ve bu fikirler kimi zaman sergilere dönüşecek kadar kapsamlı olsalar- dahi değişmeyen tek şey, bu eylemin onu da beni büyülediği kadar büyülemesiydi. Onun yaşadığı, gerçeğin organik kurgulanmasıyla oluşturulan ve kimi zaman gerçekten bile gerçek hale gelen eserleri ortaya çıkarabilme yetisinin ancak bir sanatçıda bulunabilecek sezgisel kavrayışıydı. Ben ise bir yandan onun bu yönünü anlamaya çalışırken, onun aslında içgüdüsel olarak çözdüğü tüm meseleleri eleştirel bir mantıkla aşmakla uğraşıyordum. Onun seçimleri ile benimkiler her ne kadar tarihin terazisinde türdeş sayılacak olsa da Onat’ın hayata karanlıkta sadece sezgilerini kullanarak yolunu rahatlıkla bulabilen biri gibi yaklaşması ve onunla bir olarak akması beni hep etkiledi.
Seçilen, Tülin Onat’ın seçimler üzerinden yaşam ile arasında geliştirdiği organik senkronun izlerini, bir saatin iki boyutlu düzleminde akmakta olan zamana yerleştiriyor gibi görünse de gerçekte zamanın ötesine geçmeyi başarmış nadir bir diyalektiği işliyor. Bu nedenle her eser kendi gerçekliğini çevresine yayarken, onun bugün kim olduğunu belirleyen seçimlerinin, Onat’ın yaşamındaki rolünü soyutla yoğrulmuş, naif ve narin bir üslup ile anlamayı başarıyor.
Sinan Eren Erk
-Sahrayıcedit, Ekim 2018
*Ahmet Hamdi Tanpınar, Ne İçindeyim Zamanın şiirinden.